Evvela egzama konusu
Son günlerde özellikle çocuklarda egzama vakalarında inanılmaz bir artış var…
Özellikle çocuklarda inanılmaz artış var. Sebebin stres olduğunu
sanmıyorum. Gıda ve diğer tüm sarf malzemelerinde ucuza yönelme
olarak belki açıklayabilirim. Minicik bebekler, saç diplerinden
topuklarına kadar, bazen teşhis edilebilen - bazen edilemeyen,
gerçekten acı ve ağır kaşıntılar içindeler. Burada 'daha
ucuza mal etme' prensibi ile gıdanın bozulması haricinde
önemli bir etmen daha var.
Bir önceki, yani demode satış - pazarlama - üretim olayında
herhangi bir ürünün etiketinde 'bebekler için' yazıldığı zaman
bebeklere alerjik olabilecek her şey elimine ediliyordu. Yani
bunlar ehven-i şer idi. Son birkaç yılın sosyal medya destekli
gerçeklik ötesi dünyasında ise maalesef bu kavramın da içine
edildi.
Baktılar ki anneler 'bebeğime ek gıda', 'bebeğime salça', 'bebeğime tarhana', 'bebeğime bilmem ne' diye arayıştalar.. Girişimciler ışığı gördü ve harekete hızla geçtiler. Bebek ürünü olarak aranan her ne varsa en dandik versiyonu ucuzluk marketlerinden ve toptancılardan alınmaya başlandı; bunu yalan ile, dolan ile, hikaye ile, özetle reklam ile buladılar, ambalajlara doldurdular ve piyasaya çıkardılar. Bugün 'bebek ürünü' diye satılan herhangi bir şeyin %99 olasılıkla sadece en ucuz ürün + farklı ambalaj + PR kampanyası olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. En iyi olasılıkla bu oran %98 filandır.
Hepi topu beş tane inek fotoğrafı ile yaratılan Insta-ahırlar, ya da iki tane kuzu sevme fotoğrafı ile yaratılan sahte cennetler. Özetle 'Bebekler için süt ürünleri' sektörü yani. Evet, bu işin suçlusudurlar.
Bebek bisküvisi diye satılanlar, yani yok tam buğday, keçi sütü, koşan tavuk vesaire... Kulağa hoş gelen ne varsa veya trend hangi yöndeyse ambalaja yazıyorsun, bir dekor yapıp iki de fotoğraf çekiyorsun, ötesinden kime ne... Sonra git karşıdaki ucuzluk marketinden un al, pazardan da en dandik kırık yumurtayı al pişir, oluyor sana 'bebekler için bisküvi'. Hem de 'anne eli' değmişi... Yeni moda.
Bebek makarnası diye satılan şeylerin bundan çok farklı olmadıklarını bence bilin. Kötü un ve nereden olduğu belirsiz pazar döküntüsünü karıştırıyorsunuz, bu oluyor size bebek makarnası. Doğallığa vurgu yapacak ambalaj renklerini özenle seçiyorsunuz, üç tane de fotoğraf çekip oraya buraya yüklüyorsunuz, maliyet ne ise fiyat da çarpı 5 oluyor, öyle belirliyorsunuz.
Böyle bir sorumluluğunuz olmaması lazım normalde, olmaması lazım ideal bir düzende fakat maalesef var; çok uyanık olmalısınız. Gözlerinizi kocaman açmalısınız. "20 kilo biberimi satıyorum" diyenin biber tarlasını gidip görmeniz lazım. Beş tane sigortalı çalışanı bile olmadan 150 çeşit ürün ürettiğini iddia edenlerin sırrını sormanız lazım. Kadrajlar aynı, bütün renkler aynı, hikayeler aynı, kafalara bağlanan yazmalar bile aynı. İki kilo sütü kamera önünde kestirip yoğurt yapan, ya da ne bileyim bir lahanayı kavanozlara tıkıştıran iki kadın. TV'ye paralı çıkışlar, fenomenlere 'Tanıt beni, ne olur...' yalvarışlar. Kim bilir kimin tarlasında verilen hepsi birbirinin aynısı pozlar. Ciddi ciddi söylüyorum, sirk çadırından farkı kalmadı artık ortamın. Sonucunda da bütün bebekler ve çocuklar mahvoldu. 'Bebek ürünü' denilince her fedakarlığı gösteren, her parayı ödeyen anneler mahvoldu. Gönülleri, cepleri, her şeyleri mahvoldu. Yazayım,
Bebek hassasiyetine uygun gıda,
Bebek hassasiyetine uygun temizlik malzemesi,
Bebekler için mobilya,
Bebekler için kumaş, pamuk, giysi,
Bebek pekmezi, Bebek kıyması, vesairesi...
Normalden farkını iyice öğrenmeden - anlamadan - bilmeden lütfen almayın bunları. Bu iddia altında satılan şeyin altında sıradan ürün - bol kazık denklemi yatıyor oluşu hep kuvvetle muhtemel. Annelerin - babaların bu ürünleri laboratuvarlara götürmelerini dilerim. Üreticinin gösterdiği şu bu, reklamdan başka şey değildir, sadece daha da işkillenin. Analize verilen ürün ile satılan ürün arasında bir bağ olmasına gerek yok. Zaten genelde de hiçbir bağ yok. Bunu denetleyen mekanizma yok. Siz birleşin. Aktif denetim grupları kurun, lütfen. Fakat ricam, bu grupları sonrasında reklam - tehdit - şantaj yapısına çevirmeyecek anayasayı yazın.
Bir önemli şey daha var. Bimer, Cimer, Maliye, Belediye... artık neresi varsa. Temel gıda ürünlerinde, yani en az 40 veya 50 tanesinde tavan fiyatlar belirlenerek sabitlenmesi için dilekçe yazın. Görüşlerinizi belirtin, bu yönde bir talebiniz olduğunu iletin.
Hiç aracısız, sadece üretenlerin tüketiciler ile buluşabileceği pazarlar kurulmalı acilen. Şehrin her boş bölgesinde üreticiler (sadece ilk elden üreticiler) kendilerine yer bulmalı. Nakliye organizasyonu, denetim, araştırma ve benzer bütün işleri kamu kurumları yapmalı. Yönetimindeki yirmi kişinin yirmisinin de ne iş yaptığı, geçimlerini nereden ve nasıl sağladığı belli olmayan dernekler, vakıflar, şunlar bunlar değil. Kamunun kurumları, kamu memurları. Bu şart oldu artık.
Bir delirium hali geldi, çığ oldu. Bayırdan yuvarlanıyor artık. Eziyor, boğuyor, sıkıyor. Hepimiz farkındayız.
Şimdi asgari ücretin artışıyla birlikte iyice katlanarak artacak. Kaşıkla verileni kepçe ile almanın yolunu dört cenahtan bulacaklar. Hatta dün açıklandı, bugün buldular. Çıkıp dolaşın, etiketlere bakın. Sorun lütfen 'Niye böyle oldu?' filan. El cevap, 'Eee asgari ücret...'.
Asgari ücretteki artış bir işletmeye örneğin 20.000 TL ek maliyet getirdiyse bile bu yük sanki 20 nonilyon imiş gibi fiyatlandırılacak. Caddenin köşesinde tostçu mu var, günde 100 tane - ayda 30.000 tane tost satar. İki tane eleman, aylık artışı belli. Bunu bölersin 30.000'e, tost başına ne bileyim 2 lira filan yapar. Fakat bakıyorsun tostun fiyatı 40'tan 60'a zıplamış. Kabullenilmiş çaresizlik duygusu ile sersem tavuk gibi gezen bizler ne dense normal karşılıyoruz. 'Kaşar artmıştır' diyoruz, sucuk artmıştır' diyoruz. Hayır bu şekilde artmıyorlar. Onu üretenlerde ölçek çok daha büyük, yani sabit maliyetlerin etkisi çok daha küçük. Eskiden 1 lira konulsa fark edip itiraz eden, sorgulayan, üzerine giden kalabalığın duruma alışması ile artık herkes Allah ne verdiyse şeklinde kitliyor. Yazıktır bu, günahtır.
Sonuç derseniz orada da şöyle kafanızı çevirip bakın. Sokaklardaki lüks arabaların sayısı her gün artıyor. Her gün yeni bir lüks mekan açılıyor. Hesap fişleri, afaki tutarda alışveriş fişleri sosyal medyada paylaşılıyor. Pirzolalar altın suyuna batırılıyor. Deliriyoruz.
Frene biz basalım. Devlet dinler ya da dinlemez, biz ısrarcı olalım. Acilen, bulunan her boşluğa üreten, sadece üretenlerin akmasını talep edelim. Gidişatı çözer mi, elbette çözer, hiç değilse bir fren olur, 'Bak orada böyle, sende niye böyle?' olur. Kıstas olur.
Şimşekleri fena çektiğimi evet, biliyorum. Bu yazılar başımı belaya sokuyor mu, evet sokuyor, onu da biliyorum. Susmayı ben kendime yakıştıramıyorum. Susmaktan utanıyorum.